21 Nisan 2014 Pazartesi

Antibiyotik Çağının Sonuna Geldik Mi? (2)
Bir önceki yazımda antibiyotik kullanımının çok kısa bir zamanda nasıl arttığına, ve bunun pek çok hastalığı alt etmek bir yana nasıl daha dirençli ve kurtulması daha zor birer hastalık haline getirdiğinden bahsetmiştim. Antibiyotik Çağının Sonuna Geldik Mi? (1) başlıklı bu yazıda 2000'li yılların başına geldiğimizde dünyanın nasıl da antibiyotiklerle dolu bir yer haline geldiğinden bahsetmiştik. Bu da bizi neden bitkisel antibiyotiklere yönelmenin zamnının gelip geçtiğini daha iyi anlamaya götürecek.



Antibiyotikler gittikçe daha dengeli bir şekilde metabolize olacak özellikler ile üretiliyor. Bu da şu demek: antibiyotikelrin kandaki yarı ömrü ve etkin ömrü uzuyor. Artık pek çok antibiyotik vucuttan atıldıktan sonra da antibiyorik özelliklerini koruyorlar. Bu arada hatırlatalım antibiyotik kjelime anlamıyla, anti hayatta olan şey yani yaşam karşıtı demek. Pek çok antibiyotik önüne gelen bakteriyi yok etmek üzere tasarlandığı için doğaya karışan antibiyotikler de doğada bir yandan bakteri öldürmeye (yararlı mı zararlı mı olduğuna bakmadan) öldürmeye devam ediyor. Bir yandan da düşük konsantrasyondaki bu atık antibiyotikleri le karşılaşan bakteriler çok daha kolay bağışıklık kazanıyorlar. Aslında bir bakıma pek çoğumuz henüz daha vucudunuza antibiyotik sokmadan hali hazırda bu ilaçlara direnç kazanmış antrenmanlı canavarlar ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz.

Her enfeksiyon ile antibiyotik ile mücadele ettiğimiz yetmiyormuş gibi bir de sorumsuz doktorların sadece fazla muhafazakar teşhis ve tedavi pratikleri yüzünden gereksiz yere reçetelerine yazdığı milyonlaca doz antibiyotik tamamen gereksiz şekilde tüketiliyor. Pek çok doktor sadece test ve analizin gerektiridği zamanla uğraşmamak için viral olduğunu analize bile gerek kalmadan teşhis edebilecekleri hastlaıklar için ible otomatik olarak antibiyotik yazıyor. Naıl olsa viral enfeksiyonun iyileşmesini geciktirmeyeceği için ufak da olsa risk almaktansa tüm dünyanın sağlığını uzun vadede tehlikeye atacak bir anlayışla hareket ediyorlar. Bu da sanki yeteri kadar kötü değilmiş gibi pek çok hasta ya ezbere antibiyotik kullanıyor ya da tüm enfeksiyonu yenmeden antibiyotik kullanımını yarıda bırakarak dirneç kazanan bakterileri dünyaya saçıyor.

Kısacası, millet, antibiyotikler yakın zamanda (kaç sene olur bilemem ama çok fazla zamanımız yok) çözdüklerinden daha fazla problem yaratan bir silaha dönüşebilirler. Bundan bir nesil önce tedavi edebildiğimizden daha fazla hastalık tedavi edebiliyoruz ama aynı zamanda bir nesil önce ilaca dahi ihtiyaç olmadan atlattığımız rahatsızlıkalrı ağır antibiyotik dozları olmadan atlatamayan bir nesil yetiştiriyoruz. Pek çok bilim adamı yakın gelecekte dünyada daha önce görülmeyen ölçüde ölümcül salgın hastalıklar ile karşı karşıya kalacağımız konusunda uyarıalrda bulunuyor. 

Direnç kazanan bakteriler konusunda en iyi örnek her geçen yıl daha fazla hastanın orpeasyon sonrası komplikasyonlar sonucu ölmesine yol aöan hastane enfeksiyonları. Şu aralar en muhafazkar tahminler bile hastahanede bulaşan enfeksiyonların Amerika Birleşik Devletlerinde dördüncü en yaygın ölüm sebebi olduğunu iddia ediyor.



Geldiğimiz nokta gerçekten de ürkütücü. Penisilin 1929'da keşfedildi, yaygın olarak kullanılmaya ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlandı ve 1960'larda onlarca antibiyotik türü keşfedilmiş ve kullanılmaya başlanmıştı. Antibiyotikelre ve tıbba güven o derece yüksekti ki ABD Sağlık Genel Müdürü Amerikan Kongresin'ne gururla tüm bakteriyel enfeksiyonların 2000 yılına kadar yeryüzünden silineceğini ve viral olmayan tüm hastalıkalrın sıradan nesleden daha fazla rahatsızlık yaratmayacağını ilan etti. 200'lere geldiğimizde durum bundan daha farklı olamazdı. Bugün bakteriyel hastlaıklar yok olmak bir yanan dünya tarihinde belki de hiç olmadığı kadar fazla can alıyor. Ve bunun sorumlusu sorumsuzca antibiyotik kullanan hastalar ve bu kullanımı teşvik eden doktorlar (ilaç firmalrının rolüne daha değinmedim bile, ona da sıra gelecek).

Peki ne yapabiliriz? Bu başlık altında yazdığım yazıalrda bir sonraki konumuz giderek artan antibiyotik direncine karşı neler yapılabileceğinin bir yol haritası olacak. 

3 Nisan 2014 Perşembe

Antibiyotik Çağının Sonuna Geldik Mi? (1)
Antibiyotikler tıp dünyasının belki de tüm insanlık tarihinin en büyük buluşlarından birisi. 1942 yılında, penisilin'in keşfinden hemen sonra bu mucize ilaç tarafından hayatı kurtulan ilk hasta olan Anne Miller'dan bu yana milyonlarca insan sadece 100 sene önce onları bir kaç hafta ya da gün içerisinde öldürecek olan hastalıklardan kurtuldu. Antibiyotiklerin her sene kurtardığı hayat milyonlarla ölçülüyor. Pek çok bakımdan modern tedavilerimiz antibiyotikler olmadan imkansız gözüküyor. Ancak giderek artan antibiyotik bağımlılığımız bu mucize ilacın sonunu da hazırlıyor olabilir.



Dünyada en hızla evrilen, yani yeni çevre şartlarında hayatta kalma ve çoğalma becerilerini geliştiren canlılar bakteriler (virüslerin teknik olarak canlı olup olmadığı hala tartışmalı bir konu, yoksa virisüler evrilme ve adapte olma konusunda bakterilerden daha aşağı kalmıyorlar). Bu özellikleri onları çok tehlikeli kılıyor. Bakterilere karşı geliştirdiğimiz tüm ilaçlar ve doğal bağışıklık sistemimizin geliştirdiği savunma önlemleri bakterilerin tamamını öldürmüyor. Bazı bakteriler bu savunma sistemlerine dirençli oluyorlar. Bu dirençli bakteriler çoğaldıklarında kısa bir süre önce işe yarayan bir ilaç artık daha az etkili bir hale gelmiş oluyor. Bunun üzerine araştırmacılar daha güçlü, farklı aktif maddeler içeren yeni antibiyotikler geliştiriyorlar. Tam bir silahlanma yarışı kısacası. Bakteriler kendilerini daha dirençli kıldıkça biz de daha yeni antibiyotikler ile saldırıyoruz. Ancak bakteriler bizden daha fazla ve hep bir adım geride olmaya mahkumuz çünkü ancak bakterilerin geliştirdiği yeni saldırılara karşılık olarak ilaç geliştirebiliyoruz. Kaldı ki bakterilere bütün gücümüzle saldırmak çoğu zaman vücudumuza faydalı olan bakterilerin (çoğu sindirim sistemimizde yaşar) de ölmesine yol açıyor ve iyileşeceğim derken bedenimizin dengesini hepten mahvediyoruz.

Uzunca bir süre bu silahlanma yarışının bizim lehimize biteceğini düşündük. Penisilin çok güçlü bir ilaçtı ve penisilin türevleri hemen hemen tüm bakteri enfeksiyonlarına karşı etkiliydi. Ancak zamanla aslında bu yarışta yavaş yavaş geri düşmeye başladığımızı farkettik. 1942'de piyasada sadece tek bir penisilin vardı. 2000'lere geldiğimizde ise 50'den fazlası penisilin türevi olmak üzere 200 civarında antibiyotik türevi kullanıyoruz. (bu 200 sayısı piyasadaki ilaç markalarını değil antibiyotiklerde kullanılan aktif madde türevlerini belirtiyor. Aynı maddeyi kullanan onlarca antibiyotik var bu da 200 antibiyotik türünü kullanan binlerce antibiyotik markası demek). 



1949 (1) yılında, antibiyotik  çağının başında Dünyadaki toplam antibiyotik üretimi yaklaşık 80 bin litre kadardı. Bu sayı çok fazla geliyor ama bu miktar  kişi başına bir gramın ellide birinden daha az antibiyotik üretildiği anlamına geliyor. Tek bir kapsül antibiyotikten daha az. İnsanların ortalama tek bir hap antibiyotikten daha az antibiyotik kullandığı bir dünya. Bundan 50 sene sonra, 21.yüzyılın eşiğinde 1999 yılında dünyadaki antibiyotik üretimi yaklaşık 20 milyon litereye ulaşmıştı. Tam 250 kat artış...2009 yılında ise sadece Amerika'da üretilen antibiyotik miktarı 30 milyon litreyi geçmişti. Kısacası dünya, özellikle de batı dünyası tam anlamıyla bir antibiyotik denizinde yüzüyor diyebiliriz.

Şimdi korkutucu olan tarafına gelelim işin: Son on senede kullandığımız antibiyotik miktarını ikiye katladık, ancak bakterilerin yol açtığı hastalıkalrı tedavi edebilme oranımızda iyileşme olmaması bir yana düşlük de olsa anlamlı bir düşüş bile yaşandı. Milyarlarca dolarlık ar-ge çalışması, damarlarımza enjekte ettiğimiz ve hap olarak yuttuğumuz antibiyotik miktarını ikiye katlamak bakteriler karşısında ancak cepheyi korumamızı sağlıyor ve işaretler gösteriyor ki cephe belki de yarılmak üzere. 

Şimdilik burada duralım. Gelecek yazıda bu antibiyotik savaşında doktor, firma, ve hastaların payını tartışmaya başlayacağız. Yorumlarınızı aşağıda bekliyorum. Biliyorum ki bir blog ancak okuyucuları kadar iyidir... Bitkisel Antibiyotikler yazı serisinin diğer yazıları için Bitkisel Antibiyotikler sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Kaynaklar

1 - Stephen Harrod Buhner, (2012). Herbal Antibiotics. Storey Books: North Adams, MA